Muharrem İnce’yi desteklemek…

otis agabey
17 min readMay 30, 2018

--

Hayko Bağdat’ın Ahval’deki ‘Muharrem İnce’yi desteklemek…’ başlıklı yazısının arasına girdim.

Yazının Muharrem İnce’nin şahsıyla ilgisi yoktur.

Ve fakat ismini başlığa taşımışsın. Gerçekten de Koalisyon Pazarlığı hakkındaki bu yazı boyunca, doğal olarak, pek değinmemişsin. Trafik için yaptıysan amacına ulaşmış görünüyor.

Adam meydanlarda elinden geleni yapacak olsa da performansı “2014 ‘O Ses Türkiye’de ikinci olan o çocuğun adı neydi, hangi şarkıyı söylediydi?” kadar kalacak akıllarımızda.

2. bir Ekmeleddin, Sarıgül vakası olacağını düşünüyor (SM’dan takip ettiğim kadarıyla bu görüşünde yalnız değil)

124 seçim kaybetmiş Kemal Bey önce dünyayı, sonra Türkiye’yi kurtaracakken, ‘’olmadı bari kendi küçük koltuğunu kurtarsın diye ortaya attığı kötü bir fikirdir sadece Bay İnce.

‘2. Ekmeleddin’ hipotezinin nasıl CHPnin tunç yasası muamelesi gördüğünü anlamadım. Herhangi bir kanıt da sunmuyor. Tüm bu ifadelerin sonuna ‘hislerini yokla, doğru olacağını göreceksin’ koysan oluyor. Bunun üzerinden MC seçmenini ikna etmek zor. Zor zira çoğu TC’ye, devlete iman edercesine bağlı (sallanır yıkılmazcı)

‘Atatürk olmasaydı adımız Yorgo olurdu’ diye twit attığı için şahsen de tartıştıydık onunla. Kaba adam daha, özür bile dilemedi ırkçılığı için benden ve Anadolu Hıristiyan halklarından.

İnce bu konuda ‘hiçbir şey anlamamış’ dedirten bir özür diledi: ‘İşgalci Yorgo’ları kastettim’leyerek çevirmeye çalıştı.

Irkçı bir saik olduğu kesin. Ne kadar belirleyici, ondan emin değilim.

Geçelim…

Mevzu şu an memleket meselesi, ırkçıları terbiye etmek değil.

Irkçıları terbiye etmek de memleket meselesi olabilir.

Yukarıdaki sert başlığı bana attıran sebepleri sayıp İnce’ye oy verecek insanları bu büyük hatadan döndürmek, onları ikna etmek için çok fazla vaktim yok.

Bu kısımdan bu uyarıyı kişisel bir mesele olarak gördüğünü anlıyoruz (‘vaktim yok’). 1. Tur’dan sonuç bekliyorsan haklısın.

Yazının devamında, kendimden, HDP’nin onlara oy vermemizi daha da özendiren şu reklam klibinin verdiği yetkiye dayanarak, “Biz HDP’liler” olarak devam etmek istiyorum.

SM’da bir çokları ‘Biz HDPliler’ deme yetkisini nereden almış?ı sorgulamış. 2 HDP seçmeni dahi olsa ‘Biz HDPliler’ diyebilirsin, bir şartla, o 2. kişiyi de yazıya dahil ederek. Böyle bir girişim yok. Video’dan da o ‘biz HDPliler’ ehliyetinin nasıl alındığını anlamak zor. Anlaşılacak bir şey olsa da videoya yönlendirip anlatmak zor.

Dahası ‘biz HDPliler’i salt kendini kast etmediğini belli edecek şekilde duyumlar, hisler, X abiler, Y hocalar, isimler terennüm ederek çeşitlendiriyorsun. Senin (ve önerdiğin çözüm için) asıl sorun bu seçimle başlıyor.

Herhalde Selahattin Abi de bize yalan söylemedi, oy veren kim varsa HDP’nin bir bileşenidir ve ben de partiden onay almadan “Biz HDP’liler” diyebilirim kendime. En az bir kişi daha ikna olsa yeter, hizip yaratırız gerekirse.

Demirtaş böyle bir yetki verse de vermese de, doğru bağlamda tek başına (isim terennüm etmeden) kalıbın kullanımında sorun görmüyorum. ‘Biz HDP Yönetimi’ gibi resmiyete dökülmediği ihbar edildiği sürece okey. ‘Bu yetkiyi kimden almış?’ sorusunu döndüre döndüre sormak için yazıyı hiç okumamış olmak gerekiyor. ‘Bu nasıl kendine biz demek?’ sorusunu sormak içinse yazıyı sonuna kadar okuyup HDP’den gelen tepkilere bakmak yetiyor.

Zaten bazı değerli HDP yöneticileri de dikkatli okumalı bu yazıyı. Kimilerinin yazıda ismi geçecek zaten. Cevap yazarlarsa çok sevinirim.

Bir seçmen olarak HDP yöneticilerine de açık mektup olarak yazılmış görünüyor.

Bunu da geçelim…

Mevzu şu an memleket meselesi; HDP, parti içi tartışmalar falan değil.

Bu ‘memleket meselesi’ üst kümesinin neye göre her seferinde etkileşimde olduğu alt-kümelerden ayrı değerlendirildiğini anlamıyorum. Bunu muhalifi de reisçisi de ısrarla yapıyor: bir üst-düzey mesele var, bunun çözümü bu alt-küme meselelerin ele alınış biçim ve yaklaşımından farklı olması gerekiyor.

Niye? Çünkü daha önemliyse daha farklı muamele görür.

Bu yazının alt-küme meselelerin ele alınışının (örneğin biz’li bir yazıya dahil edilen kişilerin rızasının alınmasının) toplamından üst-kümeye nasıl etki ettiğinin iyi bir örneği olduğunu düşünüyorum. İlerleyen kısımlarda göreceğiz.

Biz HDP’liler şöyle düşünüyoruz:

Hiçbir turda Muharrem İnce’ye ya da Meral Akşener’e ya da Temel Karamollaoğluna ya da Doğu Perinçek’e oy vermeyeceğiz.

Temsil ettiğini düşündüğün HDPli seçmen tipi, hiçbir şekilde HDP adayı dışında adaya oy vermeyeceğini söylüyor. Yani 2. tura kalıyor, RTE vs. İnce durumunda İnce’ye oy vermeyeceğim diyor.

Bu ‘RTE’ye oy vereceğim demek’ mi? Hayır.

Efektif olarak, RTE’ye oy/destek vermek demek mi? Bu noktada hayır. Çünkü görünüşte çok düşük de olsa, bir ihtimal daha var.

Bakalım ondan mı bahsediyorsun:

Tutsak olmayan hiçbir yöneticimiz sizlere bu sözü vermesinler çünkü kendi Eş Başkanımız Selahattin Demirtaş tutsakken başkasına oy vermeyeceğiz.

Bu cümle biraz tuhaf. (Doğru anladıysam) HDP’nin şu an hapiste olmayan yöneticileri hangi sözü vermesin? Başkasına oy vereceğiz sözünü mü vermesin? O nasıl söz vermek olurdu?

Her ne manaya gelirse gelsin, ‘vermeyeceğiz’ diye girdin, ‘şu şartlar altında vermeyeceğiz’e doğru esnettin. (SPOILER: Yazının geri kalanının da mekaniği bu memento tekniğiyle ilerliyor.)

Bir oyumuzla Muharrem İnce Başkan olacak olsa bile, Muharrem İnce “Saray’a çıkınca Kuran çarpsın iki saate serbest bıraktıracağım Başkan’ınızı” dese de, Demirtaş’ın kendisi bunu bizden talep etse de, Abdullah Bey (Öcalan) soğuk tecrit duvarlarından bizlere fısıldasa da, Nurettin Demirtaş Dağ’dan ricada bulunsa da, Selahattin Demirtaş tutsakken başka bir yapıya koltuk değneği olmayacağız.

Yani: ‘koalisyon pazarlığı yapmayacağız, yapmak için önşartımız: Demirtaş’ın tutsaklığının sona erdiği bir seçim. Bu adil seçim şartları sağlanmadığı sürece (RTE de dahil) başka adaya oy vermeyeceğiz, bunu ilkesel olarak reddedeceğiz = Sadece Demirtaş’a oy vereceğiz. 1. Turu geçemezse seçimleri boykot edeceğiz, bu şartlar altında seçimleri boykot etmeyen adaya da sahip çıkmayacağız.’

Bu kısımda İnce’nin ‘Demirtaş hapisten çıkmalı, adil bir seçim olmalı’ talebinin mantıki sonucuna gidiyoruz: Adil bir seçim olmayacaksa İnce neden seçimden çekilmiyor? Adaletsiz bir seçim yarışında kazanmış olmayı neye göre kabul edecek?

Yanıtlayayım: Başta dile getirdiğin ‘Memleket Meselesi’ bağlamında. Bu zorlu dönemeç, bu kritik viraj, vb sebebiyle Demirtaş’ın mahpusluğu ve yarışın adaletsizliği alt-küme meseleye tekabül ediyor. İnce’nin hedef kitlesi de bu duruma okey. ‘Adil bir yarış olsa daha fazla mı oy alacak, şimdi hapis ile daha bile iyi köpürtür, mağdura yatar, neyin adaletsizliği?’ demeye hazır bir kitle var.

DTK Eski Eş Başkanı büyüğümüz Hatip Dicle, yakın tarihimizin barış sembolü Ahmet Türk, canım abim Prof. Mithat Sancar gibi değerlerimiz sizlere bazen “şartlar gerektirirse şeytana karşı kim varsa destekleyeceğiz” dediler.

Onlara katılmıyoruz, aramızda tartışmaktayız…

HDP seçmeninin bir kısmının (ne kadar büyük bir kısım olduğundan bağımsız) bu tarz soruları dikkate alması gayet makul. Sonuçta HDP de her kitle partisi gibi koalisyonlardan oluşuyor. Herkesin her konuda hemfikir olması mümkün değil. Bu kadar hassas bir konuda ayrılıklar çıkması anlaşılır.

• Politik hesaplar, seçim oranları, baraj, ittifak gibi konularda yapılan tüm analizler yanlıştır. Bizler sizleri uyarıyoruz: Erdoğan seçimle gitmeyecektir… Seçim için 24 saat koşuşturan insanlarız, moral bozmuyoruz, Adayımız Demirtaş’tan daha heyecanlı çalışıyoruz. Çünkü özgürüz ve onu oradan dayanışarak alabiliriz ve alacağız.

Bu kısımda tutarsızlıklar netleşmeye başlıyor. Erdoğan’ın seçimle gitmeme ihtimali HDP seçmeni olan-olmayan herkesin değerlendirdiği bir ihtimal. Herkes ‘belki gider’ diye çalışıyor. ‘Gitmezse ne yaparız?’ kısmı, doğal olarak, sessizce tartışılıyor.

Önerin ‘gitmezse ne yapacağız?’ın önden açık edilmesi gibi değerlendirilebilir. ‘Gitmeyeceğini bilerek hareket etmek, kötünün iyisine değil, iyinin iyisine çalışmak’ olarak özetlenebilir. Bu kısım ilkede tutarlı. O kadar tutarlı ki Türkiye’nin ortalaması hakkında özeleştiri vermeden eleştirmek mümkün değil. Doğru düzgün eleştirilemiyor olmasının sebebi de bu olsa gerek. Hassas bir konudan, bir hayalden, hem de güzel bir hayalden bahsediyorsun.

O hayal o kadar güzel ki, başına ‘gerçek olamayacak kadar’ ön eki ekleme refleksi mi devreye giriyor, lüzumu mu emin olmak güç. Ayrıştırmaya gidebilmek için ‘politik hesaplar, seçim oranları, vb yalan, unutun onları’ önkabulünün net bir şekilde ispatlanması gerekiyor. Yazının geri kalanında bu yapılmış mı?ya bakıyoruz:

• Erdoğan seçimi kaybetse bile Muharrem İnce’ye Saray’ın anahtarını teslim edemez. Erdoğan 3 bin korumadan vaz geçemez. Erdoğan yargılanmayı göze alamaz. ABD yolsuzluk davalarında adı geçmiştir artık. Erdoğan, ABD mahkemesinin kararına göre, suçlu ilan edilebilir.

Bu, makul bir çekince. Erdoğan’ın sessizce süzülüp gitmesine, Nixonlaştırılmasına imkan verilmesi, bu konuda Erdoğan’ın müthiş gayreti sebebiyle zor. İnce, ‘Demirtaş hapisten çıksın’ diye değil ‘Erdoğan hapse girmesin’ diye yırtınsa yine ikna edici olması çok zor. Erdoğan bir önlem almak zorunda (önceki seçimlere bakılırsa alıyor gibi de görünüyor). ‘Kafa düşürmesin’ diye bu haberlere pek bakılmıyor, paylaşılmıyor ama seçim ertesi ‘hile var, hurda var’ filminin tekrardan, ‘yuh ya, bu kadar da olmaz!’lana olmazlana dile gelmesi mümkün ve gayet olası.

• Medeni dünya onu yargılamaktadır ve daha da yargılayacaktır.

Medeni dünyayı, daha yargılamasını bilmiyorum ama yargılanma korkusu yaşadığı kesin.

• Ülkesinde “devrik lider” olarak yaşama şansı yoktur. Ülkesinde güvenliği sağlanamaz ve ülke dışı ihtimalleri sınırlıdır. Katar veya Rusya, kaçabilme ihtimali olan ülkeler olabilir ama Erdoğan kaçmaz. Sahip olduğu o devasa tabana ihanet etmez, onları bu saatten sonra satamaz, satmaz. O anlamda “Kasımpaşalı’dır”, hakkını yemeyelim.

‘Kaçmaz’dan emin değilim, sonuçta en az bir kez (kısa süreliğine de olsa) kaçar halde gördük. Kaçabiliyor. Kaçmasını gerektiren durumda kaçar, o duruma gelmemek için elinden geleni yapar. Elinden de epey şey geliyor.

• Ez cümle Erdoğan, reelde seçimle gitmeye asla ikna olmayacaktır. Sadece SADAT denilen kontragerilla örgütünün, (Başkanı Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına da katılmaktadır) yüzbinden fazla paramiliter silahlı militana sahip olduğu bilgisi bir şehir efsanesi değildir.

Meselenin bu boyuta gelmesi kaçmasına engel değil. Seçimle gitmesi, ülke dışından müdahale etmeye başlaması mümkün. Bu müdahalenin varlığı sürdükçe yerine gelen iktidarın kazık çakma gerekçesi yaratması da (yeni bir Pensilvanyamız daha olabilir).

Sosıc fest

• Bu militanların, mafya bozuntularından cihatçı çetelere, Ankara’daki Barış mitinginde 100'den fazla can alan DAİŞ’çilerden, Ergenekon’un sefer görev emri bekleyen kadrolarına kadar geniş bir skalada olduğu bilgisi söylenti değildir.

Söylenti olmadığını ispatlama ve detaylandırmak için bu kısımların tek tek açılması gerekiyor. ‘Söylenti değildir’ söylenti olmadığı konusunda ikna etmiyor. Zamanın kısa olabilir de bu kısımlarda ‘bana güvenin’den daha fazlası şart.

• Hadi diyelim Muharrem İnce, bizler (%10-%15 arası oydan bahsediyorum boru değil) başkanımız tutsak diye ona oy vermediğimiz halde Saray’a çıktı. Yeni Başkan kabineyi nasıl kuracaktır?

1'inci isim (C.B.) Muharrem İnce

2'nci isim (B.B) Kemal Kılıçdaroğlu

Burası kesindir…

3'nci isim (İçişleri Bakanı) Meral Akşener

4.’üncü İsim (Diyanetten Sorumlu Başbakan Yardımcısı) Temel Karamollaoğlu.

Burası ve maddenin sonuna kadar devam eden metin duyumdur.

Bu kısımda en azından ‘duyumdur’ ihbarı var. Geri kalan kısımların duyum olmadığından emin olamıyoruz.

Ama bu duyumum da ciddiye alınmalıdır. Meral Akşener’e iç güvenlik teslim edilecektir. Kamu bürokrasisine hakim olabilecek, kadroları 16 yıllık vasatlıktan ayağa kaldırabilecek en etkili isim odur. Akşener, Çiller ve Ağar çetesinin icadı olan “Mehmet Ağar kadroları” diye anılan bürokrat (faili meçhulcü katiller) damar gerekirse Vatan Partisi kadrosundan bile yardım isteyecektir.

Bu da ‘duyum’ ihtimalinin devamı, niye ciddiye almamız gerektiğini bilmiyoruz. Şahsına itibar edenler biliyor olabilir (ben pek tanımıyorum, bilmiyorum) Olasılıklardan birisinin aynen bu çıkacağını varsayalım desek, ve varsaydığımızı unutsak, unuttursak, buradan alternatif kadroya nasıl yol yapacağımız belli olmadığı sürece (yani başka bir alternatif geleceği alıp karşısına koymadığımız sürece) mevcut hakikatin baskısını dengeleyemeyeceğiz. ‘Gerçek olamayacak kadar güzel hayal’i tıpkı bu kabus senaryoları gibi duyumla veya ‘emin olun’lu kurabilmek gerekiyor.

Bu kadrolar bugünlerde en çok can yakan Cemaat ile mücadele (aynı anda job ile tecavüz edilen başörtülü kadınların varlığı), Kürt sorununda savaş konseptinden vazgeçmeme (yani gerektiğinde Hacıbirlik’in kardeşinin de cansız bedenin Panzer arkasında sürükleme) başta olmak üzere, güçlü “Türk Devleti” gaddarlığının yeni yürütücüleri olacaklardır.

Hiçbirisinin Kürt sorunu ile ilgili yeni bir söylemi yok, sağ muhafazakar seçmen’e pas atmak için eskiye ket vurma yatkınlıkları da görünüyor. Ama bu kısım da hâlâ ‘kâbus senaryo’nun devamı. İki kâbus içinden ‘müstakbel’ değil ‘mevcut’ kâbustan kurtulma yatkınlığının ağır basması kaçınılmaz.

Muharrem Bey, Başkanlığının yolunu açan demokrat söylemine kıyasla ulusalcı kimliğine yani özüne dönmeyi çoktan göze almıştır.

Siyaset tarzından anladığım kadarıyla Rum oyları iktidara götürecek olsa ‘zaten aslen Rummuşuz’a da kapı açabilir. Onu bu ‘yoğrulmaya müsaitliği’ yüzünden beğenenler de var.

Temel Karamollaoğlu’nun durumu ise şöyledir:

Bugünkü kabinede “Diyanetten de Sorumlu Başbakan Yardımcısı” Bekir Bozdağ’dır. Pazarlıklarda Saadet Partisinin alacağı potansiyel oyun kabinedeki yansımasına göre, Temel Bey’in “en önemli başbakan yardımcılığı”na uygun olduğu konusunda mutabık kalınmıştır.

Kim mutabık kalmış? Duyumun geldiği kaynak mı?

Sivas’ı söndürenlerden olmadığını bildiğimiz Temel Bey bu görevle, siyasal İslam’ın 16 yıllık icraatı ile karşımızda duran camiler, imam hatipler, kuran kursları, kız-erkek yurtları, İslami vakıflar, Ensar Vakfı, Ramazan programları, evlendirme programları, kadın vücudu, vajina, ölüyle seks, anal seks, kaynana ile seks, kayınço ile seks, Alevilik, mumsöndü, Cemevi, Hz. İsa, kilise, Ermeni, gavur, Yahudi gibi konularda geleceğimizi belirleyecektir.

Bu kısımdan emin olamadım, hadi İnce ulusalcılığı sebebiyle Şener’e cevaz verdi de, Karamollaoğlu’ya nasıl aynı anda bu yolu açacak?

İhtiyaç duyacağı kadroların hangi tarikatlardan temin edeceğini bilmiyoruz. Hangi tarikat iyidir bilmiyoruz. Hangi İslamcıya güvenebiliriz bilmiyoruz.

Saadet’in bileşenleri neyse oralardan alır. Diyanet diye bir kurum olduğu sürece Ivy League’den ful seküler kadro yapsan ne fark eder bilmiyorum.

Yukarıdaki bu korkunç senaryo bir umut mudur, bir kurtuluş mudur bilmiyoruz. Bu senaryonun gerçekleşmesi şansı var mı, Erdoğan, Saray’ı Muharrem İnce’ye devredecek mi onu da bilmiyoruz.

Aynen, bildiğimiz şey mevcut tablonun kötü olduğu. ‘Daha kötü olabilir’ üzerinden umut aşılamanın mümkün olmadığı.

Fakat gerçekleşmesi halinde, Selahattin Demirtaş’ın hukuki durumu, politik geleceği, HDP’ye yapılmış baskıların tamamen ortadan kalkması, KCK tutukluları, Öcalan’ın özgürlüğü, binlerce tutsak parti üyemizin kaderi, Hrant Dink cinayeti, Berkin Elvan cinayeti, Rahip Santoro cinayeti, Sivas Katliamı davası, trans cinayetleri, ‘namus’ cinayetleri gibi konularda bir halt olucağını zannetmiyoruz.

Gerçek olamayacak kadar güzel hayal’e kıtır atmak gibi olmasın ama Demirtaş’ın iktidarında bu konularda değişiklik yapmanın mümkün olacağını biliyor muyuz? Hassasiyetin, umut aday’ın varlığının durumu değiştirmeye yetmediğinin iyi bir örneği var elimizde: Obama.

Obama iktidara gelmeden önce verdiği sözlerin çok azını gerçekleştirebildi. Anaakım bir partinin adayıydı (HDPnin dengi sayılabilecek Yeşiller’in değil), buna rağmen her adımında o kadar çok titizlenmek zorunda kaldı ki yapmam dediği şeyleri yaptı, yapacağım dediği şeyleri yapamadı. Yapabildikleri de vaat ettiklerinin epey altında kaldı. Alternatifinden iyi miydi? Şüphesiz. Ama o bile, anaakım haliyle bu kadar beklenenin altında kalmışken Demirtaş nasıl olur da bu sayılanlara eğilebilir? diye de düşünmek gerekiyor.

Millet İttifakı, geçmişteki ve gelecekteki katillerimizi içinde barındırmakla kalmayıp onlara devleti teslim edecektir. O devlet de katil olmayı sürdürecektir. Ona güç veremeyiz. Bu durum, benim de içinde olduğum “Yetmez Ama Evet” cephesine atfedilmiş hakaretlerden daha fazlasını işitmemize yol açar.

Elbette, bir farkla: bu seferki ‘yetmez ama evet’çiler marjinal bir oy ve katılıma tekabül etmediğinden kendilerini yedirmezler. Kendi kendilerine de YAEci azınlığa çattıkları rahatlık ve nobranlıkla çatamazlar, haliyle bu tür bir çekince onlar için caydırıcı olmaz. Hakaret ederek muhalefet işini devralacak grubu da ‘AKPli’ olarak işaretleyeceğinden (gerçekten de onlar tarafından küfür salvosuna uğrayacaklarından) KUDURRR diye karşı yayın yapar, son ana kadar vites düşürmez, uçuruma uçtuktan sonra da mağdur olurlar.

Yeni bir “Yetmez Ama Evet” tartışması yaşansın istemiyoruz.

Ödün vermenin doğası gereği hep bir Yetmez ama Evet, Yetmez ama Maalesef dalgası olacak. Bundan kaçmak mümkün değil.

Türk solu bir daha asla bu kadar kendi içinde enerji kaybetmemelidir.

Bu bahsettiğin tahlide Türkiye solunun enerji kaybetmesi demek gaz ve toz bulutu bir kitlenin yoğunlaşıp dibe çökmesi demek, bu her zaman kötü bir şey olmak zorunda değil.

HDP, Türk solunun bu krizine de iyi gelmiştir.

Kürt seçmenin doğrudan taraf olduğu her hareket Türkiye soluna iyi gelir. Bu, Kürtler’in ‘her tür rasyonel duyarlılığa sahip kolektif süper güç’ gibi bir şey olması ile alakalı değil. Türkiye sol siyasetinde Kürtlerin konumlarının sahibi ve uzmanı olarak bulunmadığı her hareketin Türkiye hakikatini zıtması ile alakalı.

Çatıyı geniş kurmuştur. O çatı altındaki hiçbir bileşenimiz, örgütlerinin tarihsel bağlarına ihanet ederek Mehmet Ağar’a direkt oy vermezler.

‘Örgütün tarihsel bağlarına ihanet etmek’ kısmına girmeye gerek var mı bilmiyorum. Mehmet Ağar ve türevlerine tarih, vizyon ve icraatler yüzünden güvenmiyor, onların iştirakinden zarar göreceklerini bildikleri için destek olmak istemiyorlar da olabilirler.

Bu noktada yine ‘ne yapmazlar’ değil ne yapabilirler?in eksikliğine dikkat çekmek istiyorum. Zira yine birisi gerçek, biri büyük olasılık iki kâbus’u yarıştırıyoruz.

Yapılabilir’in sınırlarını oy cinsinden esnettiğimizi, yani Demirtaş’ı ‘RTE olmasın da kim olursa olsun’ şiarında seçtirdiğimizi düşünelim. Ne olacak, nasıl olacak? Bu güzel hayalin kabaca uygulamasından bahsetmek, böyle olursa çok kötü olacak’tan daha etkin bir sonuca götürebilir.

Bahsettiğimizde eldeki kumaştan o model çıkmadığını fark edersek ne yapacağız’ı da o zaman samimiyetle konuşabiliriz.

Yukarıda dediğimiz biz HDP’liler bu mantıklı sebeplerle bunlara destek olmayacağız:

Hiçbir turda Muharrem İnce’ye ya da Meral Akşener’e ya da Temel Karamollaoğluna ya da Doğu Perinçek’e oy vermeyeceğiz. Tutsak olmayan hiçbir yöneticimiz sizlere bu sözü vermesinler çünkü kendi Eş Başkanımız Selahattin Demirtaş tutsakken başkasına oy vermeyeceğiz.

Bir oyumuzla Muharrem İnce Başkan olacak olsa bile, Muharrem İnce “Saray’a çıkınca Kuran çarpsın iki saate serbest bıraktıracağım Başkan’ınızı” dese de, Demirtaş’ın kendisi bunu bizden talep etse de, Abdullah Bey (Öcalan) soğuk tecrit duvarlarından bizlere fısıldasa da, Nurettin Demirtaş Dağ’dan ricada bulunsa da, Selahattin Demirtaş tutsakken başka bir yapıya koltuk değneği olmayacağız.

Bu kısımlar tekrar sanırım.

Hadi gelin son senaryo olarak diyelim ki, adayımız Selahattin Demirtaş ikinci tura kaldı. O takdirde Millet İttifakı’nın önemli bir bölümü Saray’ı Demirtaş’a teslim etmek istemeyecektir. Bunun için çatışmayı göze alacak yapıları çoktur.

Kâbus senaryo bu sefer güzel hayalin üzerine çörekleniyor. Bakalım nasıl toparlanacak?

“Saray, PKK’ye teslim edilemez…” PKK, başkomutan sıfatıyla TSK’ye emir ve komuta edemez. MİT Müsteşarını PKK atayamaz. Polis teşkilatını PKK yönetemez. Eğitim, sağlık, ekonomi, azınlıklar, çoğunluklar gibi konuları Türk devleti adına PKK belirleyemez. PKK, Kürt Sorunu’nu çözemez.

Gayet olası bir tepki.

İç savaş çıkar yani. Cumhuriyet mitingi kalabalıkları, ellerinde Türk bayraklarıyla Ankara’yı, Başkanlık Sarayı’nın işgal eder. Başkanlık Sarayı korumaları, yüzde 0.5 oy için Çiller’in son kırıntıları Demokrat Parti ile iş tutup Terörist Demirtaş’ı hapse gönderen Kemal Bey’e kafasına kalpak taktığından ve elinde bayrak olduğundan dolayı ateş edemez. Devlet çıldırır. Olmaz öyle şey.

Evet, makul, ama tablo gittikçe daha da kararıyor.

Erdoğan’ı devirmek için bizden oy isteyen yapı (yüzde 10–15 arası), biz ikinci tura kalırsak bırak bizi desteklemeyi, bizi öldürür.

Yaani. Eee?

Adayımız, 10 metrekare hücresinden Başkanlık Sarayı’nı kestirmiş gözüne. Bizler başkanımızın bu heyecanına tavız. Bizler başkanımıza hayranız. Bizler Selahattin Abi’ye aşığız aşık. Gider otururuz o Saray’a biz. Oturturuz o varaklı koltuğa Selahattin Abi’yi gerekirse. Ama Türkiye devletinde darbe 10 yılda bir olur. Daha yeni bombalandı Saray’ın bahçesi. Ayıptır o kadar da çıldırtmayalım bu devleti!

Bu kısımlar tam non sequitur. Olumlu tabloyu kurdun, azınlık olarak bizi/bizimkileri kestiler ama biz bir şekilde gittik (çünkü aslında ölmemişiz?) saraya oturduk hatta, Demirtaş’ı öldürmüşlerdi, o da ölmemiş, çok sevdiğimiz için yeniden canlanmış saraya oturuyormuş. Mizah mı, sayıklama mı, sayıklamalı mizah mı anlayamadım.

E ne oldu şimdi? Ne anladık bu işten? Alavere dalavere Kürt Memed nöbete! Yok öyle yağma. Öyle bedavaya vermeyiz yüzde 15 oyu. Osman Abim (Baydemir) gibi küfrettirmeyin bize.

Hah. Bu kısma yazının bütününden bakınca benim anladığım, doğruysa, şu:

MC, HDP’ye, HDP’nin MC’ne olduğundan daha fazla muhtaç.’ diyorsan, katılıyorum.

Pazarlığı ucuza getirmeye çalışıyorlar, ölücülük yapıyorlar. diyorsan, katılıyorum.

İki tarafın da birbirine ihtiyacı varsa koalisyon pazarlığını yapmıyormuş gibi yapmak, oldu bitti’ye getirmek olmaz.’ diyorsan, buna da katılıyorum.

Ortada bir pazarlık var, yokmuş gibi yapılması aşırı saçma. Bu yazının son metrelerinde bu kısmın biraz görünüp yok olması da öyle. Bu pazarlığın açıktan yapılması gerekiyor mu, emin değilim. Halihazırda bir pazarlık yapıldığının açıktan konuşuluyor olması gerektiğine eminim.

HDPnin şartlarını sunması, MCnin bunları şu anda değerlendirmesi, değerlendirip ivedilikle geri dönmesi, bu sürecin devam ettiğinin biliniyor olması gerekiyor. Öteki türlü ‘bak RTE kazanır ha’ itelemesinin gidebileceği istikametlerden biri bu yukarıdaki tablolardan herhangi birisi, pekala, olabilir.

Bu sürecin devam ettiğinin bilinmesi gerekiyor çünkü bu yazıya gelen tepkilerden benim anladığım şey şu: ‘pazarlık, mazarlık yok, size atılan paya tamah edin, talepkar olmayın, mağlubiyeti sizden biliriz. Şu tepeyi aşalım SONRA bir hal çaresine bakarız.’ MC seçmeni kapalı kapı ardından ileryen bir pazarlık varsa dahi yok gibi davranıyor. Böyle davrandıkça duyum ve spekülasyon siklonu içinde kalıyoruz.

Bu pazarlığın sonradan yapılması teklifi ayrı, bu teklifin ısrar edilmesi ayrı saçma. Pazarlık önce yapılır. Koalisyon pazarlığının gerekliliğini hatırlatana kafa göz dalınması aşırı saçma; koalisyon pazarlığı uzlaşması güç uçların uzlaşmasıdır. Titizlik, hassasiyet ister. Bu titizliğin kapalı kapıların ardını mecburi kılması belki SM öncesi makul bir teamüldü. An itibarıyle çağ dışı kalmış görünüyor. Pazarlığın içeriği olmasa da varlığının yayını yapılmalı. Bu yazıya gösterilen aşırı tepkiyi de bu yayının eksikliği ile ceğerlendirmek gerekiyor.

Kutuplaşmayı çözmek için partilerin yapabileceği müşterek adımlardan ilki seçmene adım atıldığını ihbar etmek.

Sonuç Olarak Tüm Türkiye ve Kürdistan, Ortadoğu ve Batı Demokrasi Güçlerine Diyoruz ki;

• Oluşan toz bulutu içinde sahip olduğumuz %10 — %15 oy potansiyelinin ve HDP değerlerinin “ikinci turda eyle yaparız” gibi heba edilmesini, vaat edilmesini ciddiyetten uzak ve Selahattin Demirtaş vizyonuna aykırı olduğunu düşünüyoruz.

Yani elindeki hayati katkı payın kadar geri dönüş istiyorsun, bedavaya getirilmesini istemiyorsun, bu da haklı. Demirtaş’ın vizyonu bu olsun, olmasın, bu kadar katkı payı talep edip karşılığında sessiz, kayıtsız şartsız mutabık olunmasını talep edemezsin.

‘Hassas dönemeç, kaygan viraj, kontrolsüz kavşak’ metaforlarını ağzından düşürmeyen taraflar vaziyetin hassasiyetine uygun davranmayı sadece karşı taraftan talep edemez. Edebiliyorsa, durum muhatabına o kadar da hassas, hayati görünmüyor gibi okunabilir. Pazarlık karşındaki üzerindeki etkini okumayı da gerektirir.

Adayımız tutsaklığı morale dönüştürmüş olsa da bir insandır ve seçim sürecinde bu önermeler onu düşmandan fazla yaralar. Adayımızın şakası yok. Değerlerimizi pazarlığa tabi tutmuyor. Üstlendiği sorumlulukta hedef neyse ona kilitleniyor, çalışıyor, direniyor; morallidir ve başarılıdır. Türkiye’nin en iyi fikridir. Gençler bu umudu seviyor, bizim ihtiyarlar moral bozuyor. Sussunlar azıcık, hareketimizin gençliği zaten canavar gibidir. Güvenin onlara.

Bu konuda emin değilim. Benim görebildiğim gençler an itibarıyle ilkesel vizyonu değil oldurulabilir’i kovalıyor. İlkesel’i kovalayan bir kesim olduğuna eminim de ‘garantici’ kesimin yanında azınlık kalıyor (gibi görüyorum ben, haliyle nesnel bir ölçüm gerekiyor)

• Adayımıza her gün çetelerden, mafyalardan tehdit geliyor diye korkmuyoruz. Selahattin Abi, cezaevi tutanaklarında rastladığımız bir cümlesinde, “burada ölürsem tabutu dik çıkarın” gibi saçma sapan bir cümle sarf ettiği için sıkılıyoruz sadece.

‘Bizim zaten kaybedecek bir şeyimiz yok’ gibi bir yere denk geliyor bu kısımlar. Pazarlık adına bir işlevi olacağı kesin de, bu babalanma kanalından girmek gerekli mi bilmiyorum.

• O kadar mizahi bir kişiliği olduğu halde bu cümle ile ya aynı Abdullah Bey’in (Öcalan) cezaevi tutanakları aracılığıyla ulaştırdığı gibi bir mesaj ulaştırmaya çalıştıysa? Ya gerçekten gardiyanlar SADAT’ın, Sedat’ın, itin köpeğin çetesi ise…Bak tövbe bu duyum falan değil, his… Bunu kardeşim Süleyman Demirtaş’a bile soramamışım canı sıkılmasın diye. Bu bir his ve unuttuk gitti.

Burada ihbar var da değil gibi mi yapılıyor anlamadım. Bu tür kıtırların da bu şekilde servis edilmesini makul bulmuyorum. Ciddiyetle dile getirilecek çekincelerde Aykut Işıklar, Kenan Erçetingöz arası bir dilden kaçınmak lazım.

• Fakat ant içiyoruz ki hiçbir politik hesaba Selahattin Abi’nin canını riske atmayız. O bizim en kıymetlimiz çünkü. Ondan onu aday yaptık. Bedel ödemekten korktuğumuzdan da değil ha. Ne Selahattinler, ne Haykolar ne canlar gitti şimdiye kadar. Yokluğumuz Türk varlığına armağan olsun. Ama varlığımız kıymetlidir. Her birimizin ödediği bedel madalya ise, tişörtün içine soktuk biz onu.

Bu kısmı hiç anlamadım. ‘Ölmeye hazırız ama liderimizi öldürtmeyiz’ mi demek? Yani bir şahsın aşırı değerli olması anlaşılrı da bu pazarlık lüzumu kısmından sonra bu tür bir söylem rehine pazarlığı gibi duyuluyor. Amaçlanan ne bilmiyorum ama her ne olursa olsun bu konunun gıllıgışlı ifade edilmemesi gerektiği kesin.

• Sadece Selahattin Abiyi sevdiğimizden de değil. Politik olarak onun burnunun kanamasının, en az Erdoğan’ın ya da Öcalan’ın ya da Kılıçdaroğlu’nun burnunun kanaması kadar; onun öldürülmesinin, en az Erdoğan, Öcalan, Kılıçdaroğlu’nun öldürülmesi kadar büyük bir felakete yol açacağını biliyoruz.

Yav bu öldürülme ihtimaline önce ‘duyum değil his’ dedin, sonra hissin üzerine çeşitleme yapmaya başladın. Bunun düz ihtimal olarak konuşuluyor olmasına engel durum ne? Çok seviyor olmak mı? Adam ölümü göze aldıysa sen niye hüsnü tabir ile konuşuyorsun hakkında? Hadi konuştun, niye iyice mistifiye ederek uzatıyorsun?

• Yukarıda okuduğunuz her şey biz HDP’lilerin olmazsa olmazlarıdır. Başkan tutsak olduğu sürece her yerde HDP logosuna oy vereceğiz. Bu arada, Selahattin Abi yarın çıkarsa yukarıdaki her şeyi tekrar konuşuruz. 23 Haziran’da çıkarsa o gün konuşuruz.

Okey, yani net talep bu. Muhalefetin tamamının Demirtaş’ın tahliyesi için lafta kalmayacak şekilde fiili baskı yapmasını istiyorsun. Bunu teklif edecek olan merci kim? ‘Siz/Biz HDPliler’ olamaz. HDP içinden MV adayı bile ‘sus sen karışma’sını ‘ilgi manyağı fetöcü’ ithamına karıştırarak yaptı, görebildiğim kadarıyla kimse ‘abi ayıp oluyor seçmene’ demedi. İşler bir yöntemi sırf sana paye vermemek için elemiş olabilirler mi? Yoksa duyum kapsamın dışında olan bir ‘kapalı pazarlık’ var da ona mı anten oldun? Belki de kötü polis sen oldun, kötüyü sana söylettiler, iyiyi başkası söyleyecek.

Her ne olursa olsun ‘Biz HDPliler’ çıkışının haklı noktaları, bir ihtimal, süregiden (ve senin belki de tam olarak bu sebeple dahil olman istenmeyen) bir süreci etkiledi. İyi mi etkiledi, kötü mü bilemiyorum.

Sürecin taraflarından irite etmeyi düşünmediğini fark edilen bir kısmını aşırı irite etti, bu kesin.

25 Haziran’da çıkarsa e o gün de konuşuruz. Biz aramızda tartışırız. Hatip Abi, Mithat Abi, Ahmet Türk, en genç adayımız, Ahmet Şık, Veli Saçılık, Cumartesi Anneleri, Gerilla Anneleri, Selahattin Abi, Süleyman aramızda konuşuruz. Adayımız, kararımızı gelip sizin yüzünüze söyler, yüz yüze konuşursunuz.

Bu noktada Ahmet Şık’ın seni ‘aramızda’ görmediği, ya da, senin Ahmet Şık’ı biraz fazla hızlı kendi dairene çektiğin ortaya çıkmış oldu. Bu tarz yazılarda ismini terennüm ettiğin herkesin rızasını almanın önemini hatırlatmam lazım. Gerçi rızasını aldığın halde Şık böyle bir çıkış yapmış da olabilir, çıkışın zart zurtluğu (ve bu yazıdaki içeriğe hiç temas etmemesi) sebebiyle onu da ihtimal dışı tutamıyorum.

• Bunun dışındaki senaryolarda, bizim yüzde 10–15 oyumuza ihtiyaç duyan varsa, bizi ikna etmek için gider de Edirne cezaevinin kapısında, “Ya hu bu HDP’liler çok inatçı, ben başkan olunca hemen bıraktıracağım, söz veriyorum, Kuran’a el basıyorum yine de yok diyorlar. Önce başkan çıkacakmış, Selahattin Demirtaş çıkana kadar ben bu seçime girmiyorum” mu der, ne der ben bilmem. Millet’in adayı yapmışlar onu. İyi fikirmiş. Bulsun bizim %15’i kapmanın bir yolunu.

Dışarıdan görünen şu: Kendi adına inisiyatif alıp Biz HDPliler diyerek, rızasını almadığın isimlere danışmış gibi görünerek bir stratejik pazarlık teklifi sunmuş, sahiplendiğin partinin yönetiminden yallah yemiş gibisin.

Bir teklif yapılması, açıktan yapılabilecek bir pazarlığın şartları ve lüzumunun konuşulmasına vesile olman açısından iyi oldu da, senin açından iyi olmadı gibi görünüyor.

• Ama biz HDP’liler olarak, Demirtaş’ın kendisi bunu bizden talep etse de, Abdullah Bey (Öcalan) soğuk tecrit duvarlarından bizlere fısıldasa da, Nurettin Demirtaş Dağ’dan ricada bulunsa da Selahattin Demirtaş tutsakken başka bir yapıya koltuk değneği olmayacağız.

Bu kısım kaçıncı kez çıktı yav.

Eğer ki örnek göstereyim diye adlarını andığım DTK Eski Eş Başkanı büyüğümüz Hatip Dicle, yakın tarihimizin barış sembolü Ahmet Türk, canım abim Prof. Mithat Sancar gibi değerlerimiz bu konu hakkında iki satır bir şey yazarlarsa onur duyarım. Onların gönlümdeki yerlerini bilir onlar. Kızmazlar şimdi bana, gülümsemişlerdir okurken.

Adını andığın her ismin önden adının böyle bir girişimde geçiyor olmasından haberdar olması daha doğru olurmuş. Zira bu saydığın 3 kişiden fazlasını ‘aramızda konuşuruz’ diye saydın.

“Bizim Hayko’ya bak sen” derler en kötü.

“Büyüdü de bizim fikirlerden hızlı fikir bulmuş, pazarlığı da Edirne Cezaevi hücresinin anahtarından başlatıyor” derler.

Gurur duyarlar benimle…

Sanırsam sandığından daha kötü oldu.

Onlar da başka partiye oy falan vermezler zaten, bakmayın eyle dediklerine.

ÇOK ÖNEMLİ NOT: Bizler Selahattin Abi’yi oradan alacağız. Her türlü alacağız. Şimdi ki ilk iş sandıklara koşun, oy verin. Gerçekten sokalım burunlarına %15’i…

Bu kısımlar tekrar’a girmiş.

Sign up to discover human stories that deepen your understanding of the world.

Free

Distraction-free reading. No ads.

Organize your knowledge with lists and highlights.

Tell your story. Find your audience.

Membership

Read member-only stories

Support writers you read most

Earn money for your writing

Listen to audio narrations

Read offline with the Medium app

--

--

otis agabey
otis agabey

No responses yet

Write a response